Sevgili eşimin doğum gününü kutlamak için ona yapabileceğim en güzel sürprizin, Gaziantep'te gönlümüzce geçireceğimiz bir hafta sonu olacağını düşünmüştüm. İyi ki de böyle düşünmüşüm. İnsana kısaymış gibi gözüken iki güne ne kadar çok şey sığdırabileceğimizi görmüş olmakla kalmayıp tarihini her dem yaşayan bu şehri gönüllerimize de işlemiş olduk.
Cuma gecesi geç vakitte vardık Gaziantep'e. Havaalanı servisinden Öğretmenevi yakınlarında inip yaklaşık iki yüz metre yürüdükten sonra vardık kalacağımız otele.
Eski bir Antep evini restore ederek turizme kazandırmışlar. Kesme taş ve ahşabın insana nefes aldıran ferahlığında rahat bir uyku çektik. Sabah uyandığımızda, konakladığımız otelin hemen yanında bulunan, kiliseden dönüştürülmüş Kurtuluş Camii'nin farklı kültürlerin mayasından yeniden doğmuş dikkat çekici mimarisine tanık olduk. Sabah kahvaltımızı otelin taş avlusunda yaptıktan sonra şehri keşfetmek üzere yollara düştük.
İlk durağımız, eski şehrin görülmesi gereken tarihi yapılarından biri olan Zincirli Bedesten oldu. Taş yapının içerisinde turistik eşya ve hediyelikler satan dükkânların insanı cezbeden vitrinlerinin gözlerimize sunduğu renk cümbüşünü ruhumuza sindire sindire dolaştık çarşıyı.
Bedestenin çıkışında Aktarlar Çarşısı karşıladı bizleri.Yöresel baharatların, değişik türde çeşit çeşit otların ve içlerinde hacamat için kullanılan sülüklerin bulunduğu kavanozları biraz hayranlık biraz da hayretle seyrede seyrede yolumuza devam ettik. Eşim, kirli kanı emsin diye insanların sülük tedavisine rağbet ediyor olmasına hayret etse de bu tip alternatif tedavi yöntemlerinin Anadolu'da hâlâ kullanılıyor olması beni hiç şaşırtmadı.
Gaziantep'in şehir merkezine damgasını vuran ahşap şerefeli camilerden belki de en güzeli Tahtanî Camii. Klasik Osmanlı cami mimarisinden çok farklı olan bu yapılarda kalem gibi göğe sivrilerek yükselen minareler yerine, ahşap süslemelerle bezeli tek şerefesinin hemen üzerinde yer alan ahşap çatıyla son bulan tek bir minare bulunuyor. Çarşı içinde gördüğüm tüm camiler tek minareli; minareleri de tek şerefeliydi. Allah'ın birliğini simgelercesine...
Cuma gecesi geç vakitte vardık Gaziantep'e. Havaalanı servisinden Öğretmenevi yakınlarında inip yaklaşık iki yüz metre yürüdükten sonra vardık kalacağımız otele.
Eski bir Antep evini restore ederek turizme kazandırmışlar. Kesme taş ve ahşabın insana nefes aldıran ferahlığında rahat bir uyku çektik. Sabah uyandığımızda, konakladığımız otelin hemen yanında bulunan, kiliseden dönüştürülmüş Kurtuluş Camii'nin farklı kültürlerin mayasından yeniden doğmuş dikkat çekici mimarisine tanık olduk. Sabah kahvaltımızı otelin taş avlusunda yaptıktan sonra şehri keşfetmek üzere yollara düştük.
İlk durağımız, eski şehrin görülmesi gereken tarihi yapılarından biri olan Zincirli Bedesten oldu. Taş yapının içerisinde turistik eşya ve hediyelikler satan dükkânların insanı cezbeden vitrinlerinin gözlerimize sunduğu renk cümbüşünü ruhumuza sindire sindire dolaştık çarşıyı.
Bedestenin çıkışında Aktarlar Çarşısı karşıladı bizleri.Yöresel baharatların, değişik türde çeşit çeşit otların ve içlerinde hacamat için kullanılan sülüklerin bulunduğu kavanozları biraz hayranlık biraz da hayretle seyrede seyrede yolumuza devam ettik. Eşim, kirli kanı emsin diye insanların sülük tedavisine rağbet ediyor olmasına hayret etse de bu tip alternatif tedavi yöntemlerinin Anadolu'da hâlâ kullanılıyor olması beni hiç şaşırtmadı.
Bedestenin çevresinde birbirleriyle komşu olan çarşılardan bir diğeri Bakırcılar Çarşısı. Burada türlü türlü kaplar, tencereler, cezveler, tabaklar müşterilerini bekliyor. Dükkânının önünde kurduğu küçük tezgâhında bir cezveye nakış işleyen ustaya hayırlı günler dileyip maharetini yumuşak metale ruh kazandırmak adına konuşturduğu çekicine kulak kabarttık.
Ustalardan bazısı cezveye nakış işlerken bazısı da içlerinde kim bilir hangi düğünde pilavlar, etler pişirilecek devasa kazanlara hayat vermek üzere çekiç sallıyordu. Biri, bakırı incitmekten çekinircesine küçük dokunuşlarla işini görürken diğeri dizine dayadığı kazanla güreş tutarcasına; ama, yine de şekillendirdiği metalin ruhuna saygı duyarak çalışıyordu.
Eski çarşının sokaklarında yürürken Tekke Camii içerisinde yer alan Mevlevihane karşıladı bizleri. Artık müze olarak hizmet vermekte olan binada yöreye ait halıların ve kilimlerin sergilendiği kısmı gezerken, kilimler üzerindeki motiflerin neyi temsil etmekte olduğunu anlatan şifreleri de okuma şansına sahip olduk. Mevlevilerin o günlerdeki yaşantısını bugünlere kazandırmak adına binanın diğer kanadında yer alan kısımda da o döneme ait devasa şamdanlar, Mevlevi dervişlerinin tekkedeki yaşantısını tasvir eden balmumu heykellerine eşlik ediyor. Mevleviliğin insan ruhunu aydınlatan felsefesinin cisimleşmiş hali olan şamdanlar...
Mevlevihanenin bulunduğu Tekke Camii, çarşı içinde, iddiasız duruşu ve ahşap minaresiyle yüzyıllar öncesinden bugüne kavuşturuyor Türk mimarisini. Taş avlusu ve şadırvanı ile asırlara meydan okumuş ve şimdiye ulaşmış.
Çarşı içinde daracık sokaklara açılan avlulu evlerle karşılaştık. Kuş uçmaz, kervan geçmezmiş gibi gözüken bu sokaklara açılan demir kapıların ardındaki taş evlerin her biri ayrı bir âlemi barındırıyor içlerinde. Bu evler, Eski Antep'in ayakta kalabilmiş son mahallelerini oluşturuyor.
Roma döneminden kalma sarnıçlar, uzun yıllar şehrin su ihtiyacını karşılayan yer altı kanalları vasıtasıyla kuraklık dönemlerinde imdadına yetişmiş Gaziantep'in. Sarnıçlara ev sahipliği yapan yeraltı mağaraları bugün kahvehane olarak hizmet veriyor. Dışarının sıcağından bunalmış konuklara serin bir ortamda mis gibi kokan menengiç kahvesi içmek kalıyor bu mağaralarda. Şehirdeki yeraltı mağaralarının en büyüğü Yenihan'ın altında bulunuyor. Avlusunun cazibesine kapılmamak elde olmasa da biz mağaranın serin loşluğunu tercih ediyoruz.
Gaziantep gezimizin ikinci gününe Zeugma Müzesi'ni ziyaret ederek başladık. Antik kentin, zamanın hışmından korunarak günümüze erişen emanetlerini hayranlıkla seyrettik. Tarihi eser kaçakçılarının yağmasından kurtulabilen bu nadide eserlerin öykülerini, müzenin girişinde dağıtılan dijital ses kayıtlarından dinleyerek zaman içerisinde bir yolculuğa çıkmış olduk.
Elinde tuttuğu mızrağı, başındaki miğferi ve her daim zafer kazanacağından emin duruşuyla Mars heykeli; fiziksel büyüklüğünü kat be kat aşan heybetiyle dikiliyordu işte karşımızda.
Zeugma kentinin her biri ayrı bir mitolojik öyküye konu olan kıymet biçilemez mozaiklerini ruhumuzla görerek, Olimpos tanrılarının hikâyelerini yüreğimizle dinleyerek adımladık müzeyi.
İsa'dan önceki dönemde bu topraklarda nefes almış insanların tanrılarla bir arada yaşanmış öyküleri, maceraları, kahramanlıkları; göreni hayranlık ve hayretler içerisinde bırakan bir ustalıkla, renkli taşların geometrik ahengiyle dile gelmiş ve sonsuzluğa erişmiş.
Saçlarına, kulağına takmış olduğu küpeye ve başlığına bakarak "Çingene Kızı" diye adlandırılan mozaiğin aslında bir erkeği, hattâ Büyük İskender'i tasvir etmiş olabileceğini düşündük.
Farklı kültürlerin, dinlerin, toplumların mirasına sahip çıkmakla aslında ne büyük bir hazineyi korumakta olduğumuzu bir kez daha gördük. Sadece duyularımıza değil, ruhlarımıza dokunan bu enfes tarih ziyafetinin lezzetini unutmamak üzere müzeden ayrılıp Gaziantep Kalesi'ne doğru yolumuza devam ettik.
Gaziantep'in Millî Mücadele yıllarında Fransız ve Ermeni zulmüne karşı kahramanca direnişinin öyküsünü en iyi Gaziantep Kalesi'ni gezerken öğreniyor insan. Kalenin girişinde direnişin simgesi haline gelmiş ve şehrin kahramanlık destanını yazmış olan isimlerin heykelleri karşılıyor ziyaretçileri. Kalenin girişinden başlayarak içerilere uzanan galeride I. Dünya Savaşı'nın sonundan başlayarak Ankara Anlaşması'na kadar devam eden dönemde Gaziantep'in sergilemiş olduğu direnişin ve düşman çizmesi altında yaşadığı zulmün tarihçesini okuma olanağı buluyor insan.
Gaziantep direnişinin önce gelen isimlerine ait rölyeflerin sergilendiği kısımda karşılaştığım bir isim beni hem şaşırttı hem de gururlanmama vesile oldu. Fransızlara karşı yürütülen mücadelede yer almış bulunan Antep'in önde gelenlerinden biri de Abdürrezzak Kepkep imiş. Kendisi, babamın dayısı oluyor. Soyumuzdan bir büyüğümüzün bu destansı direnişte yer almış olduğunu görmek, Gaziantep gezimizden bana kalan en güzel hatıra oldu.
Son olarak kale yakınlarındaki Cam Müzesi'ni de gezerek noktayı koymuş olduk. Gaziantep civarında yapılan kazılardan çıkartılan metal, cam ve seramik eserlerin sergilendiği, içlerinde ilginç örneklerin de yer aldığı bu müze; şehirde kişisel inisiyatifle kurulmuş sınırlı sayıdaki yapılardan biri.
Akşam olup da bizi havaalanına götürecek servis aracını beklerken günün yorgunluğu üzerimize çökmüştü. Geride kalan iki günün hatıralarını zihnimize nakşetmiş; yemiş olduğumuz enfes yemeklerin lezzetini ruhlarımızda sindirmiş olarak İstanbul'a dönüyorduk. Halkının iyilik severliği, cana yakınlığı ve şehrin mütevazı tabiatı hoş birer anı olarak bize eşlik etmekteydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder