Nerelerdeydik...

31 Mart 2019 Pazar

Kuzguncuk

Mart ayının insanı ne üşüten ne de sıcaktan bunaltan bir Cumartesi sabahında karımla birlikte Kuzguncuk'a vardık. Günün çok erken bir saati olmamakla birlikte mahalle; dükkânlarıyla, sokaklarıyla, sakinleriyle yeni yeni uyanıyordu sabaha.



Üsküdar'a çok yakın olmasına rağmen, şehrin keşmekeşinden uzakta; İstanbul'da olup da İstanbul'da değilmiş gibi bir izlenim uyandıran, bitişik nizam evleriyle, daracık sokaklarıyla, kilit taşından ara yollarıyla bu şehirde artık unutulmuş mahalle yaşantısının yansımalarını barındırıyor Kuzguncuk.


"İşte bu mahallede yaşar; bizim Perihan Abla..." şarkısını duyar gibi oluyor insan, Perihan Abla sokağını adımlarken. Çocukluğumda en sevdiğim dizilerden biri olan, karşılıksız sevgiyi, duyarlılığı, affetmenin erdemini, velhasıl insanı insan yapan tüm güzellikleri beyazcama yansıtan bir televizyon dizisiydi Perihan Abla.


Sahiplerinin farklı zevkleri ve ince beğenileri olduğunu kanıtlarcasına rengârenk boyası, hayranlık uyandıran girişi, bakımlı basamakları ile yoldan geçenleri cezbeden bir ev; ilkbaharın yeşili ile güzün sarısını bir arada barındırırken "İstanbul bahar aylarında güzeldir; bu şehrin büyüsü bahar aylarında gösterir kendini" diyor gibi.


Şehrin araba kalabalığından Kuzguncuk'un daracık sokakları da nasibini almış. Sokakları sağlı sollu işgal eden otomobiller, yayaların gönlünce yürümesini engellediği gibi yoldan geçmeye çalışan diğer araçlar için de sıkıntı yaratıyor.


Yine de bu daracık sokaklar ağının mahalleye bir derinlik katmakta olduğunu söylemek yanlış olmaz. Üç katı geçmeyen yükseklikleriyle insanı gökyüzünün enginliğinden esirgemeyen evler, geçmişe tutunmaya çalışıyor gibiler. Sahiplerinin henüz "kentsel dönüşüm" tuzağına düşmemiş oldukları anlaşılıyor.


Kuzguncuk'a ulaşmak için sahil yolunu değil de Nakkaştepe'den gelmeyi tercih ettiyseniz dik yokuşlardan inmeyi göze almışsınız demektir. Hele karlı günlerde arabayla veya yayan bu yokuşları inmek ve çıkmak epey zahmetli olsa gerek.


Kuzguncuk'un sakinleri yalnızca insanlar değil. Sokaklarda gezinirken basamaklara oturmuş da uzaklara dalmış gitmiş bir sarman beliriverdi önümüzde. Mahallenin dinginlği burada yaşayan tüm canlılara sirayet etmiş gibi. Onu rahatsız etmemeye özen göstererek yolumuza devam ediyoruz.


Sokak köşelerindeki binaların sahip olageldiği dairesel kontur, 1960'ların İstanbul'unda mimariye damgasını vurmuş bir detay olarak bu mahallede de karşılıyor bizi. Zamana meydan okumaya devam ediyor ve geçen yıllara direniyor 40 yıl öncesinin evleri.


Evlerinin bahçesi olanlar kuşları da unutmamış. Kendi evlerine gösterdikleri özeni, kuş evleri için sergilemeyi ihmal etmemiş yardımsever mahalle sakinleri.


Kuzguncuk'ta bir de küçük bostan var. Mahalle sakinleri, sahip çıktıkları bu araziyi hem park hem de bostan olarak değerlendirmiş. Tapu sahipleri arasında çekilen kura ile dağıtılan küçük bahçelerde insanlar toprak ile uğraşarak maziye gömülen bir meşgaleyi ayakta tutmaya gayret ediyorlar.


O hafta sonu, havanın da güzel olmasını fırsat bilen mahalle sakinleri bir kermes düzenlemişti. Çocuklar bez torba boyuyorlardı. Park çocuklarla, çocukluğunu her daim yaşayan büyüklerle, evden getirdikleri çaylarını içerken sohbet eden arkadaş gruplarıyla bezenmişti. Bahar yüzünü gösterdiğinde çiçek açan ağaçlar misali insanoğlu da doğaya yeniden dahil olmuştu.


Bostanın üst kısmında meyve ağaçlarından oluşan bir bahçe karşıladı bizi. Bostan misali bu kısım da teller arkasında muhafaza altına alınmıştı. Sıcak günlerin müjdesiyle beyaz kıyafetlerine bürünen ağaçlar yeniden canlanıyordu.


"Mart kapıdan baktırsa" da ilkbahar geliyordu işte. Geride kalan soğuk günlere inat, doğa uyanıyordu. Uykudan uyanırcasına geriniyor, özünde sakladığı yaşam suyunu yeniden dallarına sürüyordu.


Mahalle, Boğaziçi sahilinden başlayıp bir tepenin yamacı üzerinde yükseldiği için basamaklarla bezenmiş sokak aralarına rastlamak olağan. Eski İstanbul'un alametifarikası olan bu basamaklı geçişler, mahalle sakinlerinin bizler gibi yabancılara "günaydın" dediği samimi mekânlar hâline gelmiş.


Farklı dinlerin bir arada yaşayabildiği, ezanın kilise çanıyla yan yana olabildiği, kültür zenginliklerinin harmanlandığı ender mekânlardan biri olan İstanbul'un bu karakteristik özelliği Kuzguncuk'ta da hissediliyor. İki bina arasındaki boşluktan göz kırpan manzara, minare ile çan kulesini kol kola girmiş de geziyorlarmış gibi hissettiriyor insana.


Kuzguncuk... İstanbul'un büyük sitelerle, apartmanlarla, rezidanslarla yozlaştırılmamış "mahalle" yaşantısını koruyan sade, alçak gönüllü, kendi hâlinde bir mekân. İstanbul'dan kaçıp yine İstanbul'da huzur bulmak isteyenlerin mutlaka görmesi gereken bir yer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder